Etiketler

26 Ocak 2020 Pazar

sevgili küçük patates

Gözlerimi açmadan önce iki çift gözün beni izlediğini duydum , vücudumun henüz uyanma belirtilerini bile göstermeden. Onlar bana yaklaşmış olmalıydı, birden sıçradım ve böğğ gibi bir şey söyleyiverdim, onlar da korktular ve gülüştük.  Oraya dün gece gelmiş olmalıydık, birbirimizle henüz kucaklaşmamış veya konuşmamış olmalıydık. Ama o yer yatağında üçümüzün de yattığı zamanlar kadar eski bir zamandan bahsediyorum. Ben ve amca çocuklarım, şimdi bana küçücük gelen ama o zamanlar biri pencere kenarında biri tam karşısında kapının önünde birer çekyat olan salonun zemininde, gece boyu yanan sobanın sıcağında, kat kat döşekler üstünde, ağır mı ağır yorganlar altında, bazen böcekler arasında, kimi zaman da besledikleri kediyle beraber uyurduk. Kapının tam yanında ışığı açma düğmesinin olması gereken yükseklikte bir saat asılı olurdu, bazen öterdi nasıl öttüğünü unuttuğum bu saatin arkasında birşeyler saklanacak küçücük bir de cebi olurdu. Gecenin 4'ünde uyanırlardı, bu yazın yakıcı sıcağında gecesi dondurucu soğuk olan ,belki ezanın da henüz okunmadığı saatlerde kalkarlar, tütün toplamaya giderlerdi, demek ki onlar tütün toplamaktan gelmiş, demek ki ben uykucu, uyumuş kalmışım. Evin bütün çocukları kalkmış, tabi ki kedi kalkmış, inek desen çoktan kalkmış otlamaya gönderilmiş, tavuklar köpekler kalkmış. Ben hala yatmaktayım da böğğ diyerek kuzenlerimi korkuttuğuma ve güldüğümüze seviniyorum, güzel bir iş başarmışım.


Evde kendi yemeğimi kendim dökmeden yiyebiliyorsam aferim aldığım dönemlerdi, benden iki yaş küçük kuzenim güzel güzel patates soyardı. Evin önünde küçük bir yol vardır, Üstünde bir asma gölge eder. O gölgede muhabbet ede ede tütün dizeriz belki akşam üstüne kadar. İşte akşam yemeği de hazırlamak gereklidir. Ee kolay işler de bize verilir, mesela ceviz büyüklüğünde patatesleri soymak gibi! Bir yoğurt kovası dolusu böyle patatesler toplamıştır nenem arka bahçeden ve bu iş bana verilir, çünkü ben biraz daha büyüğümdür ve misafirlik 2 gün sürer , artık evin hanesinden biriyimdir. Kendi evimizde olmasa da patatesleri incecik soyan aletler vardır nene, yok mu burda öyle bir şey? Yoktur. Onlar koca bıçakla incecik soyarlar, ben küçücük elimle koca bıçağı kavramayı keşfettikten sonra kabukları kalın kalın patatesleri soymaya girişim. Kalın değil ince soy! Ziyan ediyorsun patatesleri ! Nasıl soyacağım ben bu patatesleri, bir iş beceremiyorum. Ne mekanlara verdiğiniz isimler bana aşina, ne bulgarca türkçe şivenizi anlıyorum. Aranızda şakalaşmalarınıza bile bön bön bakıyorum.

ben şakadan anlamıyorum.

Televizyonda gördüğünüz dizidekiler gibi türkçe konuşuyorum, kendimi beğenmiş ve  burnu havada olmalıyım.

Şimdi ihtiyaç duyduğunda bana sokuluveren yavrumu çok iyi anlıyorum, o anlarda arkamda sokuluvereceğim annem evimizde olurdu, ben köyde yalnız, neneme emanet yazı geçirirdim.
Patates yemekleri yapmaya lisede bile değil de sanırım üniversitede başlamış olmalıyım, şayet lisede şeftalili pilav yaptığımı çok net hatırlıyorum. farklı versiyonları varmış yumurta pişirmenin onları deniyorum. Kadıköy feribotunda bir satıcıdan hala kullandığımız patates soyacağına 5 lira veriyorum ve artık patatesleri incecik soyup, içim cızlamadan yemek yapıyorum. Ziyan edersem o eski anılarıma dönüveririm, başarmak ince kabukla soymaktır zira. Öyle ki patatesin sarısı kabukta görülmemelidir bile.


İşte o küçücük patatesler kartofki patatesmiydi neydi, aslında ileriki bir dönemde çok aradığımız bir patates çeşidi olabilirmiş meğer. Kendisi bulgar memleketi olup adı Sunny Beach olan bir sahilde biz türkler bu bebek patatesleri bütün restoranlara sorduğumuz sıcak bir yaz tatilinde, marketlerde de aradığımız  ve sonunda bulduğumuzda da tadının hiç farklı olmayıp boşu boşuna birsürü para verdiğimize yandığımız sıradan bir gün geçiririz. Ne babam ne kardeşim ne de ben bebek patatese merak duymuştuk, öyleyse sevgili babamın sevgili eşinin bu isteğine ayak uydurup gerçekten ilgilenip de bebek patates soruşturması büyük bir aşkın göstergesi değil midir?

Şuanda büyük bir aydınlanma yaşıyorum ki, biz bebek patateslerin hiç de farklı olmayan tadını yüz buruşturup, belki de büzü kazıkladılar diye düşündüğümüz o bulgar aşçılar, o patatesleri bahçeden kuru toprağın içinden tırnaklarına kalın toprak tabakaları gire gire , araya bula toplamışlardır önlerine bağladıkları bir sofra bezine. Bir kör bıçakla ziyan etmeden incecik soymaya çalışmışlardır. İşte bu zahmettir bir patates yemeğinin ederi.
O vakitler biz ne anlarız.

3 Eylül 2019 Salı

adım adım..

Aylar öncesinden yüksek lisans okumak istediğimi yazmıştım, artık yüksek lisans öğrencisiyim. Ödev yapmayalı , birşeyler araştırmayalı o kadar uzun zaman olmuş ki, rahat rahat uzanıp evde tv izlemek, instagramda resim bakmak, boşboş oturmakla zamanı ziyan ediyormuşum. Hala instagram hastalığı devam ediyor. Ama artık tüm zamanımı faydalı olacak işlerde harcamaya dikkat ediyorum. Günlük 1 saat yürümeye, 4-5 km yürümeye, yapabiliyorsam 8 km ve merdiven varsa hep merdivenleri kullanmaya özen gösteriyorum. Ama su içmeyi unutuyorum. Suyu en çok da dışardayken içmiyorum..
Ne kadar çok derdimiz var değil mi? İngilizce öğrenmek için hep birşeyleri bekliyoruz. Şu olunca başlıycam, şöyle yapıcam. Biryere gezmeye gitmek istiyoruz ama üşenip eve tıkılıyoruz. Veya çabuk sinirlenip aile üyelerimize kızabiliyoruz. Çünkü en değerli biziz, kimse bizi kıramaz üzemez, gururluyuz.
Tüm bu dertlerin içinde, ücretli öğretmenlik başvurum da sonuçlandı. Ben kimya öğretmeniyim ancak özel eğitim öğretmeni olarak başladım, 7 yaşında güzel uzun kirpikleri olan, uysal sevecen özel bir öğrencim oldu.
İlk gün heyecanlıydım, gerçi ikinci gün de heyecanlandım. Öğrencim 1er kelimelik cümle kurabiliyor, ancak konuşmasını ağzı kapalı yapıyormuş gibi ses çıkarabiliyor. M,P,R,S,Ş gibi sessizleri henüz söylemiyoruz.çizgi çekemiyoruz, nokta yapamıyoruz, oyun hamurunu yuvarlayamıyoruz.Ama her kart gösterdiğimde ne olduğunu söyleyebiliyor, insanlar ve hayvanları ayırt edebiliyor. Bugün kuşları ayırt etmeyi öğrettim. Kuşların yumurtalarını, süt içip içmediklerini ve ineklerin memesini merak ettik :) birşeyi hep masalmış gibi anlatıyorum ki o zaman pür dikkat dinliyorruz.
Bir varmış bir yokmuuşş,vakti zamanın birinde bir inek varmış. Sabah uyanmış, karnı çok acıkmışşşş. Dışarı yemyeşil otlara çimenlere gitmiş. Yemiş , yemiş, sonra onları sakız gibi uzun uzun çiğnemiş. Onlar karnında süt olmuş. Eve gitmiş, yaşlı bir teyzecik gelmiş.teyzeye sütleri alırmısın demişşş. Teyze de önüne böyle kova çekmişş, böyle sütleri sağmışşş. İnek teşekkür etmiş.
Sütü seviyormusun ? Hayır.
Benim bir kardeşim. Upuzuuunnn saçları var. Böyle kıvırcıkkkk, gür. Görenler a aaa yapıyormuşşş. Kardeşim çok süt içtiği için çok güzel saçları varmışş.
Babam böyle top oynuyor. İçtiğimiz sütler bizde kemik oluyor, bak sende de kemik var(tek tek gösterilir) süt içince kocaman oluruzz. Babam topla böyle oynayıp böyle basket atarrr.
Gibi masallaştırınca dinliyoruz.
bir sonraki gün, yani perşembe günü, derse önceki gün işlediğimiz yumurtası olan hayvanlardan devam ettim, her hayvan için oyun hamuru yuvarladık. yuvarlama işleminde çubuk yapıyor, top şeklinde yapamıyor, top olması için adım adım kendim destekleyerek yaptırıyorum. sonra yumurtaları sayıyoruz. ilk karta 1 , sonrakine 2, 3,4, yumurta koyduk. en son farklı renklerde yaptığımız bu yumurtalara aynı renkte çubuk batırdık. çubuk batırma işleminde çubuğu fazla batırıp yumurtanın şeklini bozuyoruz, tekrar yumurta yuvarlıyoruz:) bir mola verdik ve akabinde çizgi çalışması yaptık. satır boyunca noktaları birleştirdi 2 sayfa. 3.sayfaya dikine çizgiler çizdim, bu aşamada yorulmuş ve sıkılmıştı. dikkati dağıldı ve noktalardan çizmemeye başladı. mola verdik, son olarak hikaye,yapboz,atatürk resmine bakıp bilgi aldık. :)
aradan tam 2 hafta geçti. Bugün 1 , 2 , O yazabiliyoruz, her gün 3 sayfa yazı çalışmamız oluyor. Ben kırmızı kalemle yazıyorum, o kurşun kalemle üzerinden geçiyor. Düzgün olmayanları kabul etmediğimi, güzel yapmamız gerektiğini söyleyerek daha güzel yazması için dikkatini toparlıyorum. Sayfayı bitirinde gülen yüzlü yıldız yapıştırıyoruz. Elimizde kaç tane nesne olduğunu sayabiliyoruz. Özellikle renkleri ayırmayı çok seviyor. Renkli çubukları toplarken rasgele değil de önce bir renkleri topluyor. Veya oyun hamuru yuvarlamaya çalışıyoruz. Aynı renkte olanları sayarken önce büyük olandan başlıyori böylece boy sıralaması da yapıyor. Elimizde birsürü görselin olduğu kartlar var. Bir dersimizi kartlarda neler olduğunu konuşma üzerine yapıyoruz. Tek kelimelik anlatımlardan, el kol hareketiyle anlatımlardan, 2 kelimelik anlatımlara geçtik. Kelime kurmaktansa işaretle,taklitle anlatmayı tercih etsek de :) bunu 2 haftada küçük güzel gelişmelerle aşıyoruz. Kırmızı başlıklı kız hikayesini çok seviyoruz, hikayeyi tiyatral anlatırken, o da katılıyor ve kırmızı başlıklı kızın kurda sorduğu soruları bu sefer o soruyor :) İlgilendiği hikayeyi tekrar tekrar anlattırıyor, ve kendisi de tekrar ediyor ..  15 dakikalık teneffüslerimizde birlikte futbol ve voleybol oynuyoruz. Böylece ona atılan topu tutabilmeyi ve hareket ederek kendini rahatlatmayı da sağlıyoruz. Bazen yazı yazarken kendini sıktığını hissediyorum ama asla pes etmiyor. Çok sevdiği çizgi film o sırada yayınlanıyor olsa bile , televizyonu kapatırmısın dediğimde küçük elleriyle kapatıp hemen geliyor, kıyamam. Bazen onu konuştururken o da tekrarlıyor, şeker şey yanaklarını sıkmamak için zor duruyorum, tatlılık abidesi. Ne de olsa öğretmeniyim ciddiyetimi koruyorum ama elinden tutmayı, omzuna koluma atmayı ihmal etmiyorum çok soğuk kalmamak için. Öğretmeniiim diye seslenmesi bile çok tatlı, çok uslu çoook. 2.haftamız da bitince 3 yazdırmaya çalışıcam ve balon çizerek içinde bu sefer 3leri bulmasını istiycem. Artık noktaları daha düzgün birleştiriyor ve kocaman içi boş 1 ve 2 yazdığımda içlerini sulu boya ile daha düzgün boyuyor.

aradan 2 sene geçmiş ama bu yazıyı yayınlamamıştım. Ders vermeyi bıraktım. yüksek lisansımı da dondurdum. Çünkü şuan 1 yaşında bebeğim var :)


29 Ağustos 2017 Salı

Benden selam söyle Bolu beyine

yazımı şu şarkı eşliğinde okuyun : https://www.youtube.com/watch?v=5A1KZKksGKE
.
.
.
buraya yazı yazmayalı uzun zaman oldu. satır başlarını büyük harfle düzeltemeyecek kadar da üşendim. geçen bu zamanda neler değişti ? değişmesini umduğum şeyler oldu mu ? birazı .. yine de karamsarlığa kapılmadan, elimizde neler birikmiş bakalım;

Abant izzet baysal üniversitesinde ilk dersimizde, kendimi tekrardan tahta sıralar üzerinde oturur buldum. popom acımasın diye altıma koymak üzere yanımdan atkımı hiç ihmal etmeyeceğim günler başlamıştı. ki o atkı her yolculuğumda bana eşlik etti. gece 2 de kalkan otobüse biniyor, uykucuğuma kaldığım yerden devam edebilmek maksadıyla atkımı hemen gözlerimin üzerine örtüyordum. tekli koltuklarda otururken çantam bana yastık oluyor, atkım da iz olmasını engelliyor oluyordu. 

İlk ders sonrası çabucak kaynaştık sınıfla ve diğer hafta artık herkes evinden kek kurabiye sarma getirmiş, kimisi içecek almış olacaktı. o kadar organize olmuştuk ki sınıfa bir çaycı bile alacaktık. en arka sıraların arkasına gizlenmiş çaycıyla kantine 1er lira vermekten kurtulmuş gibiydik. tanrım, kağıt bardaklar kaynak suyla nasıl da buruşuyordu, sıcak çayı hızla içmeyi böyle böyle öğrenmiştik. daha cesurlarımız yanında bardak getirmeye başlamıştı. artık çantalarında gerçek çay bardağı, kupa getirenlerin sayısı gitgide artıyordu. onlara gıpta ile bakıyordum. bardak getirme gafletine düşmeyecektim.
sınıfımız oldukça kalabalıktı. benim gibi el işi seven tatlışları ve bölümdaşlarımı bulmam uzun zaman almamıştı. kendimi yeniden öğrenci olarak gerçekten hissetmiş ve yeni arkadaşlar edinmeye başlamıştım. yeni arkadaş edinmeyeli ne kadar olmuştu ? gerçekten arkadaş edinebilmek için hırstan uzak, art niyet olmaksızın, dertlerini paylaşabileceğin, bir sonraki hafta üflemeden derse gelmeni sağlayan kişiler vardı. yoksa öğretmenlik okuyanların geneli böyle birlik içinde miydi ?

ilk dönem bitmiş, ben işten ayrılmış, ikinci dönem stajlarımız başlayacaktı. ve ben bolu soğuğunu daha yakından hissedecektim. güne her taraf kar içinde uyanmak, merkez kuru ve güneşliyken, tepedeki okulumuzun yağmurlu rüzgarlı karlı olmasına alışacaktım. uzak şehirlerden yazlık kıyafetlerle çıkıp polonyaya gidiyor gibi kalın kıyafetler almayı öğrenecektim.








çünkü sisin sizi ne zaman yutacağını bilemezsiniz..











staj süresince kalacak yeri ayarlama sorunsalı bir çığ gibi büyümüştü içimizde ve cüzdanlarımızda yaratacağı boşluğun verecek olacağı endişenin endişesi şimdiden gizli saklı organizasyonlardan mahrum kalmamıza sebep olmuştu. en ucuz yerler birkaç grup arasında kapılıyor, bir kaç boş yer de tanıdıklar haricinde kimseye önerilmiyordu. iyi bir torpil gerekiyordu yoksa her hafta verilecek rakam 14 ile çarpılınca anamız ağlamaya başlayacaktı. ne var ki talih benim de yüzüme güldü vee, birkaç önemli görüşme sonrasında en ucuz yer olan belediyenin konukevinden haberdar ve yatak sahibi olabildim. heyecanımı bastırarak hemen kaydımı yaptırdım ve bu durumdan bir süre kimseye bahsetmedim. artık gece 2 otobüsüne binmek yoktu, bir gün önceden gidip rahat rahat yatağıma yerleşmek ve çayımı yudumlamak vardı. ve evet kendi nevresimlerimizi getirmemiz söylenmişti.



bolu o kadar küçük bir şehirdi ki, kaldığım yerden yürüyerek çarşıya gidebiliyordum. yürüyerek gidip gelebilme, kimi yerlerinde hayratların bulunuyor oluşu, benim bursadan kimi zaman yanımda şişe götürüyor oluşum, şişeyi okula giderken ve dönüşte doldurabiliyor oluşum, suya para vermiyor oluşum, konukevinde de içme suyu olduğunu farkedişim, şişe taşımayı bırakışım..

ama su içmekten asla vazgeçmedim ve ne zaman bir hayrat görsem saygıyla önünde durdum, avucuma suyu doldurup kana kana içtim.

boluyu haskovoya benzetişim ile birlikte kendimi hep tanıdık bir kasabada geziyor gibi hissetmişimdir. gökyüzünün güneş batarkenki aldığı binbir çeşit renk ile rüyalar alemine dalmadan önce güzel bir dondurma yemiş gibi ve hatta tek boynuzlu at ile bulutlar üzerinde geziyor oluyor gibi hissederdim. bazen de o minik yokuşu çıkmaktan yorulurdum.


en güzel güllerin hep marmaranın göztepe kampüsünde yetiştiğini sanırdım, oysaki çiseleyen yağmur altında stajımı yapacağım okula giderken yol kenarında göreceğim güller de şiir gibiymiş. her bir yaprağın üzerinde her bir su damlasında gizliymiş mana. manayı mana kılan , belirsizliğiymiş oysaki. oysaki umutmuş bizi bir adım daha atmaya zorlayan. az ileride bir hayrat daha olurmuş neyseki, hoyratça suyunu içebileceğim. ve paçalarımdaki çamuru farkedişim.
böyle böyle okula gittim geldim, bolu konukevi benim evim oldu. sakin sabahlarında yürüdüğüm yollarda etrafa bakmak hoşuma giderdi, küçük bir ara yolda köy evleri olurdu. tıpkı bizim köyümüzdeki gibi herkesin bir arabası vardı, ama minibüs diye birşey yoktu. otobüsler de seyrek geçerdi her defasında 3 liralık bilet bastığım.

 en fazla 3-4 katlı bu evciklere bakmak beni hayallere sürüklerdi, bu sebeple stajda da hayal kurmaya devam ederdim. keşke daha fazla dinleseymişim dersleri, ya da test çözseymişim, o zaman kpss alan sınavında daha az yanlış yaparmışım. hayaller hiç bırakmadı peşimi, sanki bir hayal silsilesi yapışmış gözlerime, tıpkı yorgun gecelerde düşlemekten bir türlü uykuya dalamamak gibi.





yeni bir gün, yeni bir sema.  minik bolunun sığdırmaya çalıştığım minik bir manzarası daha göz dolduruyor şimdi.





 kpss sınav zamanı yaklaşmış ve ben kaydımı yaptırabileceğimi sandığım o gün yakalanmıştım amansız tipiye. Fotoğraflarını nedense yukarıya koyduğum o gün önümü göremeden  kayıt yaptırmaya gitmiş, sümüğümü zor tutarak kantine koşturmuş, kayıt ve değişikliklerin ikametgah ilinde yapılabileceğini öğrenmiş, boşu boşuna otobüsle git-gel yapmış, ıslanmıştım.

Tecrübe , acımasız bir tokat gibiydi, çabuk sinirleniyor, tutuşmaya çalışan minik bir kor gibi de çabuk sönüveriyordum. Konukevine varıp sıcak çayımı içince geçiverirdi az önce yaşadığım kabus.

 boluya gidip de keşli cevizli mantı ve yoğurtlu gözleme yemeden dönülmeyeceğini öğrenmiş, minik pazarcığın oralardaki bir küçük fırından keş almıştım. Annemin pek bir seveceği şeyler de vardı oracıkta.
her hafta oraya gidecek güç veren dostukların yeşerdiği kampüsü son bir kez daha ziyaret ettim geçen hafta, bu kez diploma almaya gidiyorduk: annem , kardeşim ve ben.
aynı gün içerisinde birkaç şehir değiştirmeye ve uzun süre otobüs koltuklarında oturmaya alışmış sanırdım kendimi bir kez daha totom tutulmadan önce.
Bursa- İstanbul- Bolu  güzergahım belli olup hava durumunun şimşekli yağmurlu olacağını görünce gözgöze geldik kardeşimle.
bir süre düşünceler zihinlerimiz arasında gitti-geldi.
sonrasında kabul görmeyen plan değişikliğimiz iletildi annemize.
Cevabı ise netti : kaderimiz neyse onu yaşayacaktık. Şimşekse şimşek, yağmursa yağmur. otobüs boluya yaklaşıp da beşibiyerde büyüklüğünde damlalar öncamı dövmeye başlayınca şükrettim ağustos sıcağına kanmayıp ceketler alışımıza. Lakin otogarda yağmuru iliklerimizde hissedecek oluşumuz kardeşcağımızı birazcık sinirlendirmişti. onu bu kabusa sürüklememizin ne anlamı vardıydı. Kampüse gidip de diploma alacağım yeri bulamamamız, cool cool ayakta dikilen üniversite öğrencilerinin arasında makyajsız ve elimizde bavulla geziyor oluşumuz yüzündeki sivilcelerin gittikçe daha kırmızı olmasına sebep veriyordu. neyseki diplomamı aldım ve kampüs içindeki telden yapılmış kuş figürünün gagasından ve kuyruğundan tutarken annemle ikisini fotoğraflayabildim. fotoğraf çekmeye henüz başlamış olmalıydım. esas yaygara gölcük tabiat parkına gittiğimizde yaşanacaktı çünkü annemin deyimiyle ' nilüfer çiçeeeeeeee' fazlasıyla çoktu oracıkta ve gerçek gözlerimizin önünde bize göz kırpıyordu.

 oraya gidecek olan dolmuşun kalkmasına yarım saat vardı ve hala kardeşimin pidesini almamıştık. açken o o değildi. pideyi aldık ve koşar adım otobüse bindik, termal otelde kalacaktık ve yanlış olanın içine girmiştik. iyi yürekli centilmen birisi bize gizli geçidi gösterdi ve kalacağımız yere ulaştık. Garden termal otele.



 bu kadar doğal bir alanda , doğal malzemelerle yapılmış oluşu bize nareçeni anımsattı, ammavelakin burası orasında da güzeldi. sıcak bir hava (evet merkeze ulaştığımızda hava bizim şansımıza açılmıştı) , kuş sesleri ve çam kokuları hakimdi olaya.
odamızın girişi bile hayallerimdeki köy evine ilham verecek cinstendi.

gölcükteki turdan sonra odamıza gelmiş ve keşfe başlamıştık.

yatağın yanındaki tekli koltuğun da yatağa dönüştüğü farkedişim gece hepimizin rahat birer uyku çekmesini sağlamıştı.


tertemiz havlular hamam keyfi sonrası için bizi bekliyordu.

ertesi gün kahvaltı sonrası kahve içebileceğimiz şirin bir teras bile vardı, daha neydi.

annem her zamanki gibi yanında nescafesini getirmişti, burada da kettle olması onun keyfini tamamlayan hoş bir süpriz olmuştu.

ve banyoya girişimiz ,

 burası bize yeterdi, yaşlı teyzeleri - yabancıları yıkanırken görmek zorunda değildik.


 bize rahatlıkla yeten bir de havuzu vardı. sıcak künefenin fıstıklı kaymağı buydu işte.


Eğer bir gün Bolu'ya yolunuz düşerse 1200lü yıllarda yapılan Beyazıt Camii'ni görmeden, deniz pastanesinde mantı yemeden, kubbe altında gözleme yemeden ve mybalkonda akşamüstü kahvenizi içmeden dönmeyin.

Eğer bir gün boluya yolunuz düşerse Köroğlu destanını okumadan gitmeyin.

Eğer bir gün boluya yolunuz düşerse, yanınıza bir atkıcık almayı ihmal etmeyin..

7 Haziran 2017 Çarşamba

hello stitcher 8)

Her şey masum bir çini desenli çanta ile başladı..
Bu çini desenli çantadan daha önce bahsetmiş olmalıyım, en yakınlarıma hediye ettiğim 4 ~5 çanta diktim. İçi astarlı yaz çantaları dikiyordum, sanırım 4-5 tane diktim. Bu kadarla bile hayal kurmaya başlamıştık, çantaları şöyle sunar satarız, böyle dışarda fotoğraflarını çekeriz..
Fakat sonra dikiş ustası olmadığım için basit dikişli çantaları çok fazla satamayacağımı düşündüm.Basit bir çanta yerine üzerine süsleme yapsam ya dedim;
Öncelikle etamin neymiş, nasıl yapılırmış youtube hocadan videolar izledim. Ulucami çiçek  pasajından kasnak, kumaş , birkaç renk de iplik aldım. Bu benim hobilerime yatırımdı, hiç birşey olmazsa bile boşa giden paracıklar olarak asla düşünmeyecektim. Ve başladım hoşuma giden çiçekleri işlemeye. Etamin iplikleri 6 kat iplikten oluşuyor, çiçeğin büyüklüğüne ve motife göre bu katı 2 kat ve ya 4 kat olarak kullanabiliriz. Ama o zaman hep 6 kat ip kullanmışım 😀, yeşil renk ipimi yaprak yaparken bitirince farkettim. Kumaşın arkasına bakınca aynı desen altta da oluşmuştu. Aman allahım ipimi boşuna ziyan mı ediyordum ? Hemen aklımı çalıştırdım ve kumaşın nasıl olsa kimsenin görmeyeceği alt tarafına nasıl minimum uzunlukta iplik kullanarak işleme yaparım diye de düşünmeye başladım. 
 Doğrusu birkaç videoda farklı işleme tekniklerinde cevap yatıyordu.
Bundan sonra canım ipim hemen bitmeyecekti. Ama ben bu çantayı 1 haftada anca işleyebilmiştim, benim için çok değerliydi , nasıl bir fiyat biçecektim ? Kaç kişi alırdı ki bunu? 
İnstagramda gezinirken bir hesabın sulu boya ile gerçek yüzler boyayarak kitap ayracı olarak sattığını gördüm. 
 Belleğime aldım.
Başka bir hesapta da kadın kafasının arkadan görünen kısmı işlenmişti. Yani saçlar.
Sonra bu resimler kafamda birleşti ve bu ortaya çıktı; 

Evet , bir kitap ayracı yapmıştım ve oldukça cüzi rakamlarla 30dan fazla,sipariş almıştım. Günde 1 tane yapabiliyordum, işliyor , kumaşı tersten dikiyor, düzüne çeviriyor, lanet şey çevrilirken kırışıyor, içine karton koyarken kartonun kenarları iplere takılıyor, nihayet karton minik yuvasında, 38 numara ayakkabıya 39 numara zorlamışçasına gergin durabildiğinde alt ve üstüne dantel püskül dikilerek nihayete eriyordu.
Daha kolay birşey bulmalıydım.
Gına gelmişti dikilmiş işlemeleri çevirmekten ve içine (sonralarında farkına vardığım) asetat yerleştirmeye çalışmaktan..
Hep son dakika işimi bitirebiliyor, stresten terliyor, işim bittiğinde ancak rahatlıyordum.
Strese girmek galiba ne yaparsam yapayım, ne işle uğraşırsam uğraşayım peşimi bırakmayacak. Stresle başa çıkmada diyafram nefesi de etkiliymiş. Schüssler tuzu no 5 te.
ne diyordum ?
Dikiş mikiş olmayan bir şey yapsam ya ben, aslında herkes kolye yapıyordu, nasıl yapılıyordu ki kolye?
Allah razı olsun onun yapılışının da videoları vardı.
İlk işlediğim kolye tabiki menekşe idi, ama arka kısmını nasıl sımsıkı dikiyorlardı, sır perdesi birkaç birkaç güne aralanacaktı ve dike söke, gittikçe daha sağlam yaptığım kolyelerden bu sefer siparişler alacaktım. Kolyeleri silikon ile yapıştırıyordum. Çok şükür nişan - kına süslemelerimi yaparken aldığım bir silikon tabancam vardı. Ama kolye çerçevesine bazen çok sıkmış oluyor, üstüne işlemeyi çok sıkı bastırmamıza rağmen altında 9 numara uç varmışçasına kalın bir tabaka silikon görünüyordu ! evet altında görünecek kadar kadar kalın! İnce sıkmayı deniyorum, bu sefer düzgün yapışmıyor. Tek iyi yanı yanlışlık varsa bıçağın ucuyla kolayca işlemeyi çerçeveden çıkarabilmem. Ne de kolay çıkarılabiliyordu silikonla yapıştırılınca :D Ya kolye yürürken pat diye düşerse!?
kabus...
Nitekim kolye işi de ilerledi. İlk başta gaflete düşüp herkesin işlediği gibi çiçekler işledim , üçlü çiçekler, birkaç çiçek ve yanında daha minik çiçek detayları ..
Sonrasında baykuş işledim, onu feribotta işleyip sattığım geyik, ayıya benzeyen kirpi, premses peri kuğu, tutunacak gücü kalmayan koala izledi. En çok da premses kuğu izledi.




Satış yapmanın bir numaralı oyunlarından biri de takipçi satın alıp güvenirlirliği arttırmakmış. Yahu 40-50 fotoğraf yüklemiş sayfaların  bile1048 takipçisi varken benim 200lerdeydi. 1000 takipçi satınalmış, 48 de sonradan takip eden gerçek kişiler şu işe bak ! Hayır dostum hayır. Varsın 200 kişi tkaip etsin. 8 mart kadınlar günü çekilişi, 13 mayıs anneler günü çekilişi sayesinde 80 kişiden 200lere gelmişken yaptığım lavanta kolye ile bir günde tkaipçi sayım 270ten 350ye yükseldi. Bu gerçek bir başarı değil de neydi?
saniye saniye beğeni geliyor, insanlar takip etmeye başlıyordu.
Gerçekten mutlu olmuştum.
Anlamıştımki, farklı şeyler işleyerek, gerçekçi ürünler ortaya koyarak, gerçekten emek verince benim de takipçi sayım artacak bir gün.



Beni nefes almak kadar içine çeken bu işleme hobimi bırakamaz olmuştum. Hayır , ben hiç aylak kalmıyordum, elimde hep kasnak vardı, rüyamda birşeyler işliyordum,acıkmıyordum artık.
Daha önce bir bina inşa ettiğimi sanarken şimdi sadece kibritten evcikler yaptığımı görüyorum. Ve gözümü kaz dağlarının tepesine dikiyorum. Orada gerçekçi işlemeler var ve bu gerçek ! Gerçekçi çalışmaların sanatla bir ilgisi olmalı 💕 hayran olmamak elde mi? 
Saatlerce günlerce sabrettiysem gerçek çalışmalar için de biraz sabır yaratabilirim sanırım.
Belki, 
sınavdan sonra 😉

8 Kasım 2016 Salı

Sağlıklı Şeyler falan

Sağlıklı yaşama konusunda bir takım bilinçli başlangıçlarımdan daha önce söz etmiştim.

Hamile kalmadan önce neler yapılacağı ile ilgili, sağlıklı yaşamakla ilgili bloglarda binlerce yazı var. Bazılarına katılıyorum ve uygulamak için can atıyorum. Mesela,

İşe önce yiyeceklerimden başladım. Su içmeyi unutan veya masamda su yoksa kalkıp su koymaya üşenen karakterime istinaden masamda her gün 1 litrelik  cam şişede su bulunduruyorum. Ama bundan sonra suyuma enerji katmak amacıyla su doldururken suyuma dua da okuyacağım. Zaten şişeye su doldururken yarısına kadar soğuk su, ortalarına kaynar su , üstüne tekrar soğuk suyu şişeyi sallayarak dolduruyorum. Suyum ılık oluyor, doğal anneyim'in yazısında da belirttiği üzere suyun enerjisi artıyor. Dua okumak, güzel sözler sözlemek de suyun yapısını güzelleştiriyormuş, bununla ilgili de suyun kristal halini gösteren fotoğraflar mevcut. Doğal  taş satan yerden kuvartz, pembe kuvartz ve ametist de alarak içine ekleyeceğim. Yalnız bu taşlar yosunlanacağı için sık sık elma sirkesi ile fırçalamak gerekecek.

Yediklerim içerisinde bol bol yeşillik olmasını, çayı kahveyi şekersiz tüketmeyi, eğer doyduğumu hissediyorsam yemeyi bırakmayı başardım. Kahvem şekersiz, yanında çikolata olmasa da oluyor. Ortaya konulan kurabiyelerden almasam da oluyor. Bunun yerine çantamda her daim kuru kayısı, kuru üzüm, çiğ ceviz badem fındık bulunduruyorum. Ki bunları da işte ikram ederken 10 günlük stoğum 2 günde bitmiş oluyor :) Herkes sağlıklı beslenmek istiyor ama gidip onun yerine birkaç paket sigara alıyor. Sadece kendinin sağlığını ve eğlenceni değil, geleceğinin yani senden olacak çocukların sağlığını da düşünmelisin. Çünkü neyle beslenirsen  hücrelerin çekirdeklerini ona göre kodlayacak ve senin uğraşıp durduğun hastalıklar çocuklarına da aktarılacak.

Her hafta balık yemeye özen gösteriyorum. Bir sene bolluk olursa diğer sene sene kıtlık oluyor. Bitkilerde de öyle, iki sene önce cevizlerimiz çok fazla mahsul vermişti. Bu sene içleri boş. Balıkları da yumurtlamadan avlıyorlar, seneye denizlerimizde dolaşacak balık bırakmadılar. Neyse siz yine de ucuz ve bolken alın yiyin.

Kendime diş macunu yapacağım, evde organik , kimyasallardan uzak diş macunu yapımı ve sebepleri ile ilgili çok güzel yazılar var bloglarda. Evde hali hazırda hindistan cevizi yağı, karbonat, limon  yağı var zaten. Çeşme'de doğal ürünler üreten kuzenimden termal kil de alarak bu haftasonuna kadar diş macunumu yapmayı planlıyorum.
Hindistan cevizi yağı antifungal ve antibakteriyel özelliğe sahip,ağızda bakteri ve mantar oluşumu engelleyerek kötü koku oluşumunu da engelliyor. Kalsiyumun  daha fazla absorbe olmasını sağlıyor, ayrıca yağ yapısı sayesinde formülümüzde tutucu olarak kullanabiliyoruz.
Karbonat ise NaHCO3 kimyasal yapısına sahip bu aşındırıcı inorganik tuz, alkali beslenmede çokça kullanılır. Antiasit özelliğinde hafif aşındırıcı yapıdadır.
Bentonit kili, diş eti kanamalarını durdurur ve tartar oluşumunu engeller, radyasyon ve ağır metallerin vücuttan uzaklaştırılmasında tedavi edici olarak kullanılıyor.
Limon yağı kan dolaşımını hızlandırır, ağız yaralarında ve uçuklar tedavi edici özelliğe sahip, ferah koku verme amacıyla kullanılıyor.

Edit1:Aşağıda kullandığım malzemeler yer alıyor, hindistancevizi yağı watsonslarda indirime giriyor bazen %100 organic ve katkısız yazmasına güvenerek, hatta yemeklik olarak kullanılır yazısına güvenerek cildimde kullanıyorum.Limon uçucu yağını nasıl yaptılar işte onlara hiç bir zaman güvenmiyorum, kesinlikle kimyasal vardır içinde, soğuk sıkım yağ çıkarma makineleri bakmıştım aslında internette ama ona o kadar yatırım yapmaya evden izin çıkmaz :) Limon suyu koysam zamanla bozulur mu kokar mı, kokar. Karbonat ise o standart birşey zaten. Hepsini karıştırınca sıvık bir karışım oldu. Ama kullandıktan sonra tükürdüğümde, diş etlerimin kanadığını görüyorum. Adaçayı ile gargara yapıcam haftada bir. 
Not:diş macunum 2 gün sonra katılaştı nihayet. 

Karbonat, hindistan cevizi yağı ve limon yağlı doğal diş macunum


Sırada doğal sabunlara , şampuana ve deodoranta geçiş var. Doğal sabunu kullanması kolay da, sabunla yıkanan saç semsert ve birbirine yapışık oluyor. Bununla ilgili düşüncem suya seyreltilen kil ile saçı açmak ve sonra organik elma sirkesi ile son durulamak. Organik elma sirkesi için sirke anası da sipariş ettim. Sirke anasını ilk defa bugün  araştırırken öğrendim. Limon-mandalina-portakalın çok tüketileceği bu mevsimde kabuklarını atmak yerine sirkesini yapıp ev temizliğinde kullanma ile ilgili yazıyla aydınlandım.

Edit2:Sabun yapmak için bir pazar günü Uludağ'a gittik, soğuk suyundan su doldurduk ve daha aşağıdaki bölgelerde meşe ağaçları aradık. Yerde meşe ağaçlarının dalları vardı kırık, kırık dallardan toplayabildiğimi topladım, aslında meşe aşağının gövdesinin dokulu kıvrımlı olması dışında bilgim yoktu, neyseki yaprağına internetten bakarak gerçekten gürgen-meşe-palamut üçlüsünün yapraklarının birbirinden ne kadar farklı olduğunu ve kolayca ayırt edilecebileceği öğrenmiş oldum. O gün dalları yaktık, yarım kavanoz çıkan küle doldurduğumuz sudan ekledik ve çalkayarak bekletmeye koyduk.yaklaşık 1 ay bekleyecek.



Ev temizliğinde Elma sirkesi , karbonatın yeteceğini biliyorum. Sonraki aşama ise çamaşır ve bulaşık makinesi için deterjan yapmakta kalıyor. Doğal sabun tozu+ boraks+çamaşır sodası+karbonatla  bu iş de çözülüyormuş. Deneyenler memnunmuş. Eşimin aldığı temizleyiceler o kadar çok ki, adeta temizlik manyağı, her çeşit temizleyici aldı eşim. Tabiki doğal olanlarını yapınca evdeki kimyasal olanları kime vereceğimi biliyorum :D ( muhahahahahahah kötü cadı gülüşü)

Edit3:Elma,nar ve ev temizliği için de limon-mandalina kabuklarından sirke kurdum, mayalanması için ballı su ile karıştırdım.



Yani yine kendime yapacak birşeyler buldum. Eşim de hiç sigara içmiyor arkadaşlarıyken bile ve nar yiyor. Bedenimizi yapabileceğimiz en sağlıklı haline getirmek için çabalıyoruz. ancak stres faktörüne bir çözüm bulamadım. Baş ağrım ve dertlenecek birşeyleri çok kolay buluyorum.

Evet yaygın anksiyetemden söz ediyorum.Doktorun bana iki dakkada koyduğu teşhisten ve boşuna çektirdiğim kafa tomografisinden.


Ben bir kimya mühendisiyim ama kimyasallardan olabildiğine uzaklaşmak istiyorum. İmkanımız olsa, köyümde yetiştirsem çocuğumu, bahçede özgürce oynasa, doğayı keşfetse. Ona dünyayla ilgili şeyleri öğretecek bissürü zamanım olsa.

Ama şimdiki modaya ters bir şekilde montessori baby room diye aratınca çıkan bebek-çocuk odalarına bayıldım ve ilerde gerekirse odasını o şekilde basit ve oyun oynayabileceği kendi boyutlarında eşyalarla dolu dekore etmeye özen göstereceğim. Yok öyle büyüyen yatak takımı almak falan. Büyüyene kadar 10 sene geçecek zaten. Allam ya.

Evde televizyon olmasını istemezdim ki maç ve spor delisi bir eşim var her akşam izleyen. Akıllı telefonlarımız her daim ellerimizde. Aklımda doğru olduğuna inandığım ama yapamadığım o kadar çok şey varki, apartmana tıkılıp kalmış mahkum gibi hissetmem dolayı kalkıp da aklımdakileri yapamıyorum.


26 Ekim 2016 Çarşamba

Kapsül Gardırop

Basitvemutluyaşam'ın bloğunda kapsül gardırop ile ilgili yazıyı okudum az önce.
-
Düşünüyorum da, ben çalışma hayatıma başladığımdan beri kapsül gardırop ile geçiriyorum günümü.İşe giderken giydiklerim ve evde giydiklerim diye kıyafetlerim ikiye ayrılır. Evde giydiklerime de genelde bütçe ayırmıyor olup, liseden kalma spor kıyafetleri, sosyete pazarında veya taksim pasajında 3-5 liraya aldığım bluzlar ile eski sıkılığını kaybetmiş kazakları kullanırım.İş kıyafetlerime son iki sene içinde toplasam 10 yeni parça eklenmişmidir , sanmıyorum.
-
Her hafta bir pantolon ve o pantolona uyacak tişörtler hırka-ceket seçer, haftamı o şekilde geçiririm. Böylece çamaşır makinesine çamaşırları renklerine göre ayırmakla da uğraşmam.Her hava tipi için bir çeşit ayakkabım var. Nadiren giydiğim halde birden fazla topuklu ayakkabı ile yazın çok kullandığım babetler renk renk sadece.
-
Bir çanta aldığım zaman, o çantayı senenin her günü takarım. Ta ki çanta yıpranıp yırtılana ve çantayla aramdaki derin bağ kopana kadar.
-
Bir pantolonu anca üzerinde geçiremeyeceğim bir leke varsa, yanlışlıkla siyahlarla yıkanıp rengi acayip değişmişse, yıpranmışsa atarım.-Şimdiye kadar attığım pantolonum hiç olmadı.-Lise 1'de giydiğim ispanyol paça kotum hala üzerime olur.
-
Bu bana dolapta karmaşıklığın olası çirkin görüntüsünü engellemeyi, bütçemi daha farklı konularda yönetebilmeyi, zamanımı daha farklı konularda kullanabilmeyi sağlıyor. Daha farklı konular benim için daha yararlı olacak işler, mesela satın aldığım kitapları okumak, planladığım gezilerimi gerçekleştirebilmek gibi.
-
Ayrıca bunun mutfak modellemesini de herkese öneririm. Nice insanlar tanıyorum ki mutfağına aynı amaçta kullanılacak tahta kaşıktan, kasesine, tencere tavasına kadar her gördüğünden birer adet alan insanlar var. Kapsül mutfak ile dolaplarınızda üst üste yığılmış eşyalara son.

Aslında çoğu insan hayatını kapsül olarak sürdürüyor. Asgari geçim ücretleriyle ev giderleri, ihtiyaçlar derken maaşlarından ne kadar arttırabiliyorlar? İnsanların çoğunun gelir seviyesi düşük-orta. Çoğunluk bu şekildeyken herkesin telefon modeli 1000-2000tl, bazıları sürekli model yükseltiyor.

Bir insanın maaşı düşükse kendine bakım yapmak için kuaföre ne kadar sıklıkta gidebilir? Pazardan aldığı muzları sadece çocuğuna yedirebilir ve artık alınan tüm değerli yiyecek çocuk içindir. Tatil yapmak, izin günlerinde memlekete gitmekten öteye geçemez.
Saç boyası almak için indirimi bekler. Pazar alışverişi akşam saatlerinde yapar, soğuk havalarda doğalgazı açmak yerine kat kat giyinir.Kahvesini çayını evinde içer.

Dünyayı dolaşan aileler de kapsül gezi yapmıyorlar mı ? Hepsi yola çıktığında yanına ne aldıysa o kadarıyla geçiniyor.

Kapsül yaşamak bazen yoksul yaşamak gibi algılanıyor. Hele ki çevrenizdeki arkadaşlarınız sürekli kahveye dışarı çıkıp, öğlen aralarında yemekhanede yemek yerine dışarıda yemeyi seçiyorsa, kıyafetlerini takılarını sürekli yeniliyor, saçını en güzel kuaföre boyatıyorsa, otobüs minibüslerde eziyet çekmek yerine özel arabasıyla arkadaşlarına gidip geliyorsa. Siz kapsül yaşamaya çalışırken onlar bambaşka hayatta ve onlar aslında sizin arkadaşınız değildir.

Doğru olduğunu düşündüğünüz hayatı yaşarken, fikirleri uygular ve dile getirirken, alaycı takılmalara maruz kalmak ve aşağı görülmek olası. Ve buna katlanmak zorundaysanız... canınızın sıkılmasını nasıl engelleyebilirsiniz?

Aslında hayat dediğimiz şey, biz düşünüp taşınıp merak edip,tasalanıp kaygılanırken geçip gidiyor.

Hayatınızı dolu dolu yaşayacağınız nice günler dilerim.


















19 Ekim 2016 Çarşamba

Bursa ve Cumalıkızık

Ekim geldi de geçiyor bile, daha geçen gün 'hello sepmtember' temalı bir sürü paylaşımda bulunmamışmıydık?

Hasat zamanı, sarı turuncu yapraklar, balkabakları derken ekim bile geldi gidiyor..
Bursa'da hava sabahları mont+atkı, öğlenleri bluz, akşamları ceket havası.
Aslında bugünün yazısına konu olan gezimiz 1Ekim'de gerçekleşti. Ama bir gezi yazısı da fotoğrafsız olmuyor ki, fotoğraf yüklemek de ayrı dert benim için..Yüklenmesini bekleyecek kadar sabırlı olamıyorum.

30 eylül akşamı iş arkadaşımın kınası vardı, kardeşim de İstanbul'dan o akşam gelmişti. Hazırlanıp göçmen kınasına gittik, eleno mome, payduşka halayları çektik, kominitepadat oynadık. Biz en güzel göçmen kınalarında eğleniriz.Yenibağlar kapı önü kınaları ayrı güzel olur.

O akşam aç karnımızı doyurmak için kıymalı pide yaptım yedik, gece 1 buçuk gibi uyumak için yatak odasına girmeye çalışırken acı gerçekle karşılaştık! Hazırlanırken kapının içeriden kilidine basmışım, çıkarken de kapıyı kapatınca kapı içeriden kilitlenmiş. O kadar uyku gözlerimizden aktı gitti, ayıldık, kapıyı zorlamaya, bıçakla tokmağını çıkarmaya çalıştık. Anahtarı yoktu, kilidinde zaten bir anahtar kırılmış ve içerde kalmış, onu çıkardık, tel tokayla kurcaladık, kilidine kart soktuk.. Olmo olmoo..
Bütün kıyafetlerimiz o odada olmasa dert değil.Gittim bulaşıkları yıkadım, döndüm kartla bir daha zorladım derken kapı pat diye açıldı! Hiç bişey olmamış gibi, kapı önünde bekleyişimiz hemen unutuldu ve uykuya dalındı.

Tabi planladığım gibi ertesi gün erken kalkamadık, kahvaltıyı Cumalıkızık'ta yapıcaz diye kahvaltı da yapmadık.Ama yanımda domates,salata vs.yolluk vardı.Hazırlanıp çıkana kadar 12 oldu. Bir bayanın hazırlanması ile iki süslü bayanın hazırlanması arasında dağlar kadar fark vardır.Güzel dışarı kıyafetlerimi yine ayırmalıyım,çok düşünüyorum sonra ne giyicem diye :/
Güzelyalı'dan otobüsle Emek tranvaya,oradan Osmangazi istasyonuna,oradan da yürüyerek Osmangazi Tıp Hastanesinin az ilerisinden Cumalıkızık minibüslerine biniyoruz. Minibüs köy içlerinde çok dolaşıyor. Minibüs içinde iki kızız.Köy içinde başörtüsünü hırçın esintiye salıvermiş,gözleri sürmeli,ellerinde cıgara ile hanımağası genç kızlar yürüyor fırtına gibi. Bizi yolarlar orda. Korkuyoruz ve şaşırıyoruz nasıl biyer olduğuyla ilgili gözlerimizle yorumlaşıyoruz kardeşimle.
Cumalıkızığa varıyoruz böylece. Hemen kahvaltı yapabileceğimiz bir yer bulup, gözlemeyi tanesi 5 tl'den, bir demlik çayı da 10tl'ye alarak keyfimize başlıyoruz. O demlikten rahat 10 bardak çay çıkıyor. Ayreten almak isteseniz ise bir bardak çay 2 tl. Biz zorla demliği bitiriyoruz. Yanımızdaki domatesleri de tuzluyoruz. Çaya da doyduktan sonra artık kalkıyoruz.


Cumalıkızık ve Bursa, Dünya Mirası Listesine 2014 senesinde alınmış. Cumalıkızık'taki eski köy evleri süslü, her evin önünde köylülerin yapıp sattığı şeylerle birlikte daha da güzelleşiyor. Her çeşit reçelden, tarhanaya,erişteye, bayırlardan toplanıp kurutulmuş çeşitli otlara kadar.Bol bol kendimizi fotoğraflıyoruz, köy sesini, doğa sesini,yeşilliği ve sakinliği iliklerimize kadar çekiyoruz.





Bu kaşıklar acaba şimşirmiydi, öylediyse çok ucuzmuş :)






Anneme ve kendime dua yazılı evli olan magnetlerden birer tane alıyorum. Her yerde 5tl, biz bulduk 3 tl'ye.






Günün sonrasında Tophane'ye çıkıyoruz. Tophane'de Osmanlı devletinin kurucusu Osmangazi'nin türbesi de yer alıyor. Oradan Bursa manzarası harika. Sanayiden TOKİ evlerine,üstüste görünen minicik evlerden TOKİ evlerine bak bak dur. Yanında da dağ manzarası var tabii. Bir şehre gidildiğinde mutlaka oranın en yüksek yerine çıkılıp manzara bakmalı. İstanbulda çok fazla tepe  var, ama en çok sevdiğim tepe Süleymaniye Caminin avlusundan görünen manzara. Bursa'da bu Tophane'den görülen manzara oluyor, bir de Uludağ'da Bakacak tepesi var. Kına gecemizden sonraki gün gitmiştik ilk defa.
Ulucami'ye girdiğimizde ise, o motifler, o tablolar, Vav harfleri tablosu özellikle, herkesin mutlaka görmesi gereken bir mekan.Vav harflerinin da bir anlamı var, rivayete göre Cami yapılırken Hızır A.S. her sabah o köşede namazını kılmış. Vav harfleri hem namazda secde halini, anna karnında cenin duruşunu ifade eder. Vav insanın nasıl geldiğini gösterir,

Kulluğun manası vavdadır, elif uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.

Cami içinde su havuzu da var,Kabe örtüsünün bir parçası da sergileniyor.
Kozahan , Irgandı köprüsü, sonrasında oralarda Tatlımar arayarak meşhur trileçesinden alıyor ve evimize dönerek günü sonlandırıyoruz.


Niyetimiz Yeşil Cami'ye de gitmekti. Ama o gün yaşlaşık 6 km yürüdüğümüzden ve çok acıktğımızdan ! orayı başka zamana bıraktık.