Etiketler

29 Ağustos 2017 Salı

Benden selam söyle Bolu beyine

yazımı şu şarkı eşliğinde okuyun : https://www.youtube.com/watch?v=5A1KZKksGKE
.
.
.
buraya yazı yazmayalı uzun zaman oldu. satır başlarını büyük harfle düzeltemeyecek kadar da üşendim. geçen bu zamanda neler değişti ? değişmesini umduğum şeyler oldu mu ? birazı .. yine de karamsarlığa kapılmadan, elimizde neler birikmiş bakalım;

Abant izzet baysal üniversitesinde ilk dersimizde, kendimi tekrardan tahta sıralar üzerinde oturur buldum. popom acımasın diye altıma koymak üzere yanımdan atkımı hiç ihmal etmeyeceğim günler başlamıştı. ki o atkı her yolculuğumda bana eşlik etti. gece 2 de kalkan otobüse biniyor, uykucuğuma kaldığım yerden devam edebilmek maksadıyla atkımı hemen gözlerimin üzerine örtüyordum. tekli koltuklarda otururken çantam bana yastık oluyor, atkım da iz olmasını engelliyor oluyordu. 

İlk ders sonrası çabucak kaynaştık sınıfla ve diğer hafta artık herkes evinden kek kurabiye sarma getirmiş, kimisi içecek almış olacaktı. o kadar organize olmuştuk ki sınıfa bir çaycı bile alacaktık. en arka sıraların arkasına gizlenmiş çaycıyla kantine 1er lira vermekten kurtulmuş gibiydik. tanrım, kağıt bardaklar kaynak suyla nasıl da buruşuyordu, sıcak çayı hızla içmeyi böyle böyle öğrenmiştik. daha cesurlarımız yanında bardak getirmeye başlamıştı. artık çantalarında gerçek çay bardağı, kupa getirenlerin sayısı gitgide artıyordu. onlara gıpta ile bakıyordum. bardak getirme gafletine düşmeyecektim.
sınıfımız oldukça kalabalıktı. benim gibi el işi seven tatlışları ve bölümdaşlarımı bulmam uzun zaman almamıştı. kendimi yeniden öğrenci olarak gerçekten hissetmiş ve yeni arkadaşlar edinmeye başlamıştım. yeni arkadaş edinmeyeli ne kadar olmuştu ? gerçekten arkadaş edinebilmek için hırstan uzak, art niyet olmaksızın, dertlerini paylaşabileceğin, bir sonraki hafta üflemeden derse gelmeni sağlayan kişiler vardı. yoksa öğretmenlik okuyanların geneli böyle birlik içinde miydi ?

ilk dönem bitmiş, ben işten ayrılmış, ikinci dönem stajlarımız başlayacaktı. ve ben bolu soğuğunu daha yakından hissedecektim. güne her taraf kar içinde uyanmak, merkez kuru ve güneşliyken, tepedeki okulumuzun yağmurlu rüzgarlı karlı olmasına alışacaktım. uzak şehirlerden yazlık kıyafetlerle çıkıp polonyaya gidiyor gibi kalın kıyafetler almayı öğrenecektim.








çünkü sisin sizi ne zaman yutacağını bilemezsiniz..











staj süresince kalacak yeri ayarlama sorunsalı bir çığ gibi büyümüştü içimizde ve cüzdanlarımızda yaratacağı boşluğun verecek olacağı endişenin endişesi şimdiden gizli saklı organizasyonlardan mahrum kalmamıza sebep olmuştu. en ucuz yerler birkaç grup arasında kapılıyor, bir kaç boş yer de tanıdıklar haricinde kimseye önerilmiyordu. iyi bir torpil gerekiyordu yoksa her hafta verilecek rakam 14 ile çarpılınca anamız ağlamaya başlayacaktı. ne var ki talih benim de yüzüme güldü vee, birkaç önemli görüşme sonrasında en ucuz yer olan belediyenin konukevinden haberdar ve yatak sahibi olabildim. heyecanımı bastırarak hemen kaydımı yaptırdım ve bu durumdan bir süre kimseye bahsetmedim. artık gece 2 otobüsüne binmek yoktu, bir gün önceden gidip rahat rahat yatağıma yerleşmek ve çayımı yudumlamak vardı. ve evet kendi nevresimlerimizi getirmemiz söylenmişti.



bolu o kadar küçük bir şehirdi ki, kaldığım yerden yürüyerek çarşıya gidebiliyordum. yürüyerek gidip gelebilme, kimi yerlerinde hayratların bulunuyor oluşu, benim bursadan kimi zaman yanımda şişe götürüyor oluşum, şişeyi okula giderken ve dönüşte doldurabiliyor oluşum, suya para vermiyor oluşum, konukevinde de içme suyu olduğunu farkedişim, şişe taşımayı bırakışım..

ama su içmekten asla vazgeçmedim ve ne zaman bir hayrat görsem saygıyla önünde durdum, avucuma suyu doldurup kana kana içtim.

boluyu haskovoya benzetişim ile birlikte kendimi hep tanıdık bir kasabada geziyor gibi hissetmişimdir. gökyüzünün güneş batarkenki aldığı binbir çeşit renk ile rüyalar alemine dalmadan önce güzel bir dondurma yemiş gibi ve hatta tek boynuzlu at ile bulutlar üzerinde geziyor oluyor gibi hissederdim. bazen de o minik yokuşu çıkmaktan yorulurdum.


en güzel güllerin hep marmaranın göztepe kampüsünde yetiştiğini sanırdım, oysaki çiseleyen yağmur altında stajımı yapacağım okula giderken yol kenarında göreceğim güller de şiir gibiymiş. her bir yaprağın üzerinde her bir su damlasında gizliymiş mana. manayı mana kılan , belirsizliğiymiş oysaki. oysaki umutmuş bizi bir adım daha atmaya zorlayan. az ileride bir hayrat daha olurmuş neyseki, hoyratça suyunu içebileceğim. ve paçalarımdaki çamuru farkedişim.
böyle böyle okula gittim geldim, bolu konukevi benim evim oldu. sakin sabahlarında yürüdüğüm yollarda etrafa bakmak hoşuma giderdi, küçük bir ara yolda köy evleri olurdu. tıpkı bizim köyümüzdeki gibi herkesin bir arabası vardı, ama minibüs diye birşey yoktu. otobüsler de seyrek geçerdi her defasında 3 liralık bilet bastığım.

 en fazla 3-4 katlı bu evciklere bakmak beni hayallere sürüklerdi, bu sebeple stajda da hayal kurmaya devam ederdim. keşke daha fazla dinleseymişim dersleri, ya da test çözseymişim, o zaman kpss alan sınavında daha az yanlış yaparmışım. hayaller hiç bırakmadı peşimi, sanki bir hayal silsilesi yapışmış gözlerime, tıpkı yorgun gecelerde düşlemekten bir türlü uykuya dalamamak gibi.





yeni bir gün, yeni bir sema.  minik bolunun sığdırmaya çalıştığım minik bir manzarası daha göz dolduruyor şimdi.





 kpss sınav zamanı yaklaşmış ve ben kaydımı yaptırabileceğimi sandığım o gün yakalanmıştım amansız tipiye. Fotoğraflarını nedense yukarıya koyduğum o gün önümü göremeden  kayıt yaptırmaya gitmiş, sümüğümü zor tutarak kantine koşturmuş, kayıt ve değişikliklerin ikametgah ilinde yapılabileceğini öğrenmiş, boşu boşuna otobüsle git-gel yapmış, ıslanmıştım.

Tecrübe , acımasız bir tokat gibiydi, çabuk sinirleniyor, tutuşmaya çalışan minik bir kor gibi de çabuk sönüveriyordum. Konukevine varıp sıcak çayımı içince geçiverirdi az önce yaşadığım kabus.

 boluya gidip de keşli cevizli mantı ve yoğurtlu gözleme yemeden dönülmeyeceğini öğrenmiş, minik pazarcığın oralardaki bir küçük fırından keş almıştım. Annemin pek bir seveceği şeyler de vardı oracıkta.
her hafta oraya gidecek güç veren dostukların yeşerdiği kampüsü son bir kez daha ziyaret ettim geçen hafta, bu kez diploma almaya gidiyorduk: annem , kardeşim ve ben.
aynı gün içerisinde birkaç şehir değiştirmeye ve uzun süre otobüs koltuklarında oturmaya alışmış sanırdım kendimi bir kez daha totom tutulmadan önce.
Bursa- İstanbul- Bolu  güzergahım belli olup hava durumunun şimşekli yağmurlu olacağını görünce gözgöze geldik kardeşimle.
bir süre düşünceler zihinlerimiz arasında gitti-geldi.
sonrasında kabul görmeyen plan değişikliğimiz iletildi annemize.
Cevabı ise netti : kaderimiz neyse onu yaşayacaktık. Şimşekse şimşek, yağmursa yağmur. otobüs boluya yaklaşıp da beşibiyerde büyüklüğünde damlalar öncamı dövmeye başlayınca şükrettim ağustos sıcağına kanmayıp ceketler alışımıza. Lakin otogarda yağmuru iliklerimizde hissedecek oluşumuz kardeşcağımızı birazcık sinirlendirmişti. onu bu kabusa sürüklememizin ne anlamı vardıydı. Kampüse gidip de diploma alacağım yeri bulamamamız, cool cool ayakta dikilen üniversite öğrencilerinin arasında makyajsız ve elimizde bavulla geziyor oluşumuz yüzündeki sivilcelerin gittikçe daha kırmızı olmasına sebep veriyordu. neyseki diplomamı aldım ve kampüs içindeki telden yapılmış kuş figürünün gagasından ve kuyruğundan tutarken annemle ikisini fotoğraflayabildim. fotoğraf çekmeye henüz başlamış olmalıydım. esas yaygara gölcük tabiat parkına gittiğimizde yaşanacaktı çünkü annemin deyimiyle ' nilüfer çiçeeeeeeee' fazlasıyla çoktu oracıkta ve gerçek gözlerimizin önünde bize göz kırpıyordu.

 oraya gidecek olan dolmuşun kalkmasına yarım saat vardı ve hala kardeşimin pidesini almamıştık. açken o o değildi. pideyi aldık ve koşar adım otobüse bindik, termal otelde kalacaktık ve yanlış olanın içine girmiştik. iyi yürekli centilmen birisi bize gizli geçidi gösterdi ve kalacağımız yere ulaştık. Garden termal otele.



 bu kadar doğal bir alanda , doğal malzemelerle yapılmış oluşu bize nareçeni anımsattı, ammavelakin burası orasında da güzeldi. sıcak bir hava (evet merkeze ulaştığımızda hava bizim şansımıza açılmıştı) , kuş sesleri ve çam kokuları hakimdi olaya.
odamızın girişi bile hayallerimdeki köy evine ilham verecek cinstendi.

gölcükteki turdan sonra odamıza gelmiş ve keşfe başlamıştık.

yatağın yanındaki tekli koltuğun da yatağa dönüştüğü farkedişim gece hepimizin rahat birer uyku çekmesini sağlamıştı.


tertemiz havlular hamam keyfi sonrası için bizi bekliyordu.

ertesi gün kahvaltı sonrası kahve içebileceğimiz şirin bir teras bile vardı, daha neydi.

annem her zamanki gibi yanında nescafesini getirmişti, burada da kettle olması onun keyfini tamamlayan hoş bir süpriz olmuştu.

ve banyoya girişimiz ,

 burası bize yeterdi, yaşlı teyzeleri - yabancıları yıkanırken görmek zorunda değildik.


 bize rahatlıkla yeten bir de havuzu vardı. sıcak künefenin fıstıklı kaymağı buydu işte.


Eğer bir gün Bolu'ya yolunuz düşerse 1200lü yıllarda yapılan Beyazıt Camii'ni görmeden, deniz pastanesinde mantı yemeden, kubbe altında gözleme yemeden ve mybalkonda akşamüstü kahvenizi içmeden dönmeyin.

Eğer bir gün boluya yolunuz düşerse Köroğlu destanını okumadan gitmeyin.

Eğer bir gün boluya yolunuz düşerse, yanınıza bir atkıcık almayı ihmal etmeyin..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder