Etiketler

24 Mayıs 2016 Salı

İtalya Tatili Planı

İtalya benim gerçek anlamda ilk kez yurtdışı deneyimim olmuştu. Daha önce defalarca Bulgaristan'a gitmiş olmama rağmen, farklı bir ülke olarak ben İtalya'yı seçmiştim.

İtalyan bir arkadaşımla 5 senedir arkadaşız. İtalyan şarkıları severiz, eski italyan şarkıları özellikle Boncornotalya boncornomariyaaaaa gibi şarkıları kardeşimle nasıl söyleneceğini bir kağıda yazıp söylerdik.Ben küçükken balayına etraftan duyduğum kadarıyla çiftler antalyaya vs.denize giderdi.Parası olanlar veya ünlülerden balayına Venediğe gidenleri duyardık, romantizm şehri venedik, ünlü roma, pisa kulesi, bunlar avrupa seyahatinde mutlaka ziyaret edilecek yerler listesinde başı çekerdi. Çoğu filmlerin sahnelendiği bu şehirlere gitmek artık o kadar da gözümüzde büyütülecek bir sorun değildi. Çifte vatandaşlığım vardı, eşim de vize aldıktan sonra uygun bütçeli bir gezi ayarlayabilirdim.

Gezi planıma 1 sene önceden başladım. Aslında 1 sene öncesine kadar nereye gideceğime kesin karar verdim ve sonrasında Booking.com'dan otel rezervasyonları yaptım. Bu rezervasyonların hepsi ücretsiz olarak iptal edilebiliyordu. Bu sayede kendimi garantiye alabildim ve en düşük fiyatı seçebildim.


Boş zamanlarımı İtalya ile ilgili bloglar okuyarak geçirdim. Giden gezen herkesin bloğunu okudum. Aslında eşim yalnız başımıza gitme taraftarı değildi, gideceksek turla gitmeliydik. Yunanistan'a adalardan birine gidecektik,ama deniz tatili istemiyordum. İtalya'ya gitme fikri; ben yanlışlıkla bir otele iadesiz rezervasyon yapınca kesinleşmişti.. :)Biz önce balayı yapacağımız yeri, sonra zamanını sonra da düğün tarihini kararlaştırdık :D Araya da nişanı sıkıştırıverdik. 


Eylül ayı İtalya'yı gezmek için en ideal aylardan biri idi. Biz de eylül başında gitmeye karar vermiştik. Artık küresel ısınma olduğundan dolayı,temmuz ağustos cehennem sıcağı altında geçiyor. Eylül ayı ise ortalarına kadar sıcak ve ılık arası gezmeye müsait baymayan bir hava içeriyor. İşte biz eylül akşamlarında eşimle roma sokaklarında gezerken :) ne üşüdük ne terledik. 

Bütçe planımıza göre , her şeyi satışa sunulur sunulmaz almalıydık. Çünkü en ucuz fiyatlar ilk satılırken oluyor, sonra tarih yaklaştıkça giderek yükseliyordu.

Kalacağımız oteli seçerken her siteden ayrıntılı fotoğrafları inceledim, orada kalanların yorumlarını okudum. Tripadvisor'da  turistlerin çekip koyduğu fotoğraflar daha fazla vardı. Böylelikle Roma ve Floransa için  oteller seçtim beğendim. ilk 2 akşam Roma'da Romacentrarte,sonraki 2 akşam Floransa'da Hotel Bigallo, son akşam harika bir odası olan Pantheon Relais'te. Tren garına,gezilecek merkezi yerlere ve ana caddeye yakın olmasına, özel banyosu,kahvaltısı olmasına dikkat ettim.


Neden sadece Roma ve Floransa? 5 gece gibi kısa bir süreliğine kalacaktık, birbirine yakın iki il olarak bunlar vardı. Aslında günübirlik Venedik'e gitsek mi diye çokça düşünüp sonra balayımızı yollarda geçirmeyelim diyerek vazgeçtik.Venedik de çok güzel fotoğraflarına bakarak, ama pahalı da. İki gece Roma, iki gece Floransa , son gece de Roma diyerek otelleri kesin olarak rezerve etmiştim.


Yanlışlıkla geri ödemesiz, iadesiz bir otele rezervasyon yaptığımda , kartımı iptal ettim. Hatta bu gibi işler için bir tane kredi kartım bulunmakta :D


Pegasus bize en uygun uçak bileti fiyatı sunan şirketti. Hem tek aktarma hem de istediğimiz saatlerde olmak üzere, eylül tarihinin biletleri satışa açılır açılmaz biletlerimizi aldık. Zira her saat bilet fiyatları artıyordu. Promosyonlu biletler çok çabuk tükeniyordu.


En uygun otel rezervasyonum ile kahvaltı tamamdı. Uçak biletleri de tamamdı. Peki havaalanından merkeze nasıl gidecektik? En uygun yolun otobüsle gitmek olduğunu okuyunca gitmeden önce otobüs biletlerini de aldım. Uçaktan kaçta ineriz, araya kaç dk serbest zaman koymalıyım ..vs gibi planları da göz ününde bulundurarak kişibaşı 4er € dan gidiş geliş biletlerimizi aldım.


Roma'dan Floransa'ya gitmek için en uygun seçenek trenle seyahatti. Yine 9 € gibi fiyata bilet bulabiliyordum. Ancak bu biletler otel ve uçak biletleri gibi o kadar erkenden satışa sunulmuyordu. 3 ay öncesinden sisteme giriliyordu. Böylelikle 3 ay varken biletleri de aldım. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Roma'dan direk 'Firenze Duomo' merkeze biletler 9 € değildi. 9 € olanlar Firenze Rifredi durağına kadar gidiyordu. Ki ben de Rifredi durağına giden biletlerden aldım. Bloglardan okuduğuma göre trene bir kere girdikten sonra pek kontrol edilmiyordu. Ve tren rayları Rifredi'den Santa Maria Novella durağına doğru uzanıyordu haritaya göre. Buna güvenerek Rifredi aldım. O gün gelip çattığında Eşimle ben Rifredi durağında inmedik. İnmedik ve tren bizi dağ bayır yeşilliklere doğru götürdü. Bir türlü güzel bir yerleşim merkezine gelmiyorduk. Trenin nereye gittiğini yolculara sormaya çalıştım, çekik gözlü bir yolcu ingilizce bilmediğini söyledi. İtalyanlar da ingilizce bilmiyordu! Haritadan işaretlerle derdimi anlatmaya çalıştım. Kendimi durağımı kaçırmış biri gibi gösterdim. O sırada minik şeytanlığımı anlatacak kadar ingilizcem zaten yoktu :D Meğer trenimiz Bologna'ya gidiyormuş ve artık hava kararmış, biz ilk defa geldiğimiz ve dilini bilmediğimiz bir ülkede otel rezervasyonumuzun olmadığı bir şehre doğru gidiyorduk. Aslında dağ bayır yeşillikler çok güzeldi, ama o kadar kendimi strese sokmuştum ki keyfini çıkaramadım. 9€ ya aldığımız  biletler heba oldu. Gündüz olsa Bologna'yı da gezerdik, ama oraya gidince çok sık Firenze'ye giden seferler olduğunu görüp yatıştık. Tanesi 27€ dan dönüş bileti bulabildik.Ve otelimize gece 10-10buçuklarda giriş yapabildik. Bir daha şeytanlık mı asla ! :)


Ulaşım ve konaklamalar hazır olduğuna göre artık nereler gezilecek, nerelerde yemek yiyeceğiz bunları araştırmaya gelmişti sıra.Bazı kiliselere giriş ücretsizken, çoğu ünlü yerlere girişler ücretliydi.

Özellikle kolezyum ve yanındaki surlu tarihi yapı ücretliydi. Ama her ayın ilk pazar günü giriş ücretsizdi. Ve biz eylül ayının ilk pazar günü orada olacaktık. Ancak Kolezyumun da bir kapanma saati vardı, bakalım yetişebilecekmiydik ? :)

Para verip de girmeye değer olan en önemli yer de Vatikan'dı. Vatikan'la ilgili halk ekmek sırası kuyruğunun ne kadar meşhur olduğunu okumuştum. Önceden biletimi aldım. Hatta bu bilet Floransa'ya gideceğimiz günün sabahına alınmıştı. Öğleden sonra da Floransa'ya gidecektik. Meğer o gün ne kadar dolu ve atraksiyonlu geçmiş. Şimdi her gün ması başı işe gidip geldiğimi düşününce..

Otelimizden Vatikan'a metro ile gidecektik. Metro bileti tek kullanımlık 1,5€. O metroya göre bizim metrolarımız daha ferah ve daha yeni görünümlü.

Roma için başka bir yere daha bilet almadım, orada bedava da gezilecek çok yer vardı. Gidip gezip gördükten sonra bile diyebiliyorum, sadece sokaklarını gezmek, ara sokaklara dalmak, her sokak başına yapılmış heykeller, binaların estetikliği bizi gönlümüzden okla vurmuştu. Bedava girebileceğiniz her yere girin ! Mesela ikinci günümüzde Via Delle Quattro Fontane'den İspanyol Merdivenlerine doğru yürüyorduk. Ve National Gallery diye yazılı olan bir yer keşfettik (?) ya da farkına vardık diyelim :) Bu sanat galerisinde o gün hiç bir etkinlik yoktu ama çok güzel bir bahçesi ve binanın koridorunda çok güzel heykeller vardı. O koridoru geçtik ve merdivenlerden yukarı çıkınca çok güzel bir bahçeye girmiş olduk. Burası  Frances Hodgson Burnett 'in Gizli Bahçe romanında tasvir ettiği gibi gerçekten gizli bir bahçeydi bizim için. Biz yeni evlenmiş ve ilk defa bir başımıza özgürce seyahat eden bir çift olarak o bahçede dolaşmak çok güzel bir anıydı. Gelip de burada ne yapıyorsunuz diye soran bir Gargamel, ya da bize kötü bakışlar atan hiç kro olmadı.


Floransa için ise tabiki Duomo için biletimi aldım önceden. Giotto'nun çan kulesine merdivenle çıkmak gerçekten zordu. ama eğlenceliydi. İki kişinin aynı anda geçeyeceği kadar dar bir genişlik ve merdiven korkuluğu olmayan bir kuleyi çıkıyorduk.Bazen biz duruyor, yukardan inenleri bekliyorduk. Bazen inenler duruyor biz çıkıyorduk. Ama tüm bu anlar boyunca hiç kimse kimseye öf demedi, kısa giyinen hanımlara kimse kötü gözle bakmadı. Yanımızdan geçerken hep sorry diyerek gülümsediler :)


Floransa için aldığım diğer bilet Pitti Sarayı içindeki Boboli Bahçeleri'neydi. Aslında bu bileti önceden almadık,  o sırada oraya eşimi gitmeye ikna edince hemen alıverdik. Boboli bahçelerine giderken Ponte Vechio köprüsünden de geçtik. Sonrasında ise Michelangelo tepesine çıktık. Her yere yürüyerek gidip gezdiğimiz için hem çok daha fazla detay görmüş olduk.Sonrasında telefon uygulamasına göre 5 günde 90 km yürüdüğümüzü gördük. 


Çok güzel geçen balayımız sonunda elimizde para bile kalmıştı. uygun bir planlamayla istediğiniz her yere gidebilirsiniz :) Balayımın detaylarını daha sonraki yazılarımda paylaşacağım.



18 Mayıs 2016 Çarşamba

Pozitif ol Mutlu ol

Güzel bir gün olacağına inanarak uyan. Bu sabah , her sabah duyduğum kuş cıvıltıları ile uyandım. Sabah 6, gün benden çok önce başlamış hareketlenmeye, yer Mudanya, kuşlar sessizliği şarkıları ile dolduruyorlar. Açtım perdeleri, pencereleri, evim mis gibi sabah havası ve ışığı ile şenlensin !

Toprağa dokunmayı çok seviyorum, çiçekleri incelemek benim için meditasyon gibi. Sabah uyanır uyanmaz menekşelerime ve orkidelerime de göz attım. Yeni tomurcuk geliyor mu, orkidelerimde bir gelişme var mı ? Canım çiçeklerim, susuz kaldılarsa sulanmaya, yaprakları sıkıştıysa açılmaya ihtiyaçları oluyor. Topraklarının havalandırılmasına ve sevilmeye.. Çiçeklerim ben baktıkça büyüyorlar. Bakmazsam, güneş alan yere koymazsam, suyunu ihmal edersem, ne yaprak büyütüyor ne çiçek. Biz insanlar da öyle, yanımızdakine gülümsemezsek, bir çift güzel söz söylemezsek bize nasıl açtırsın güzel çiçeğini?

Kahvemi yudumlarken ortamın sakinliğini dinliyorum, kendimi dinliyorum. Beni mutlu eden şeyleri düşünüyorum. Bütün bunları işte de yapabiliyorum, çünkü vaktimin çoğunu işte geçiriyorum. Masamda çiçek, güzel notlar ve kahve eksik olmaz.

Önce kendinizi beğenin, kendinize bakın. İçinizi güzel duygularla doldurun. Gerçekten de kendimi beğenmediğim günler somurtuk, daha tersinden anlayan bir aksi kız oluveriyorum. Gerçekten şükredecek bir şeylerimiz her zaman vardır, kendinize şükredecek şeyler bulun ve allaha teşekkür edin !

Arkadaşlarla sohbetlerinizde sıkıntılarını anlatmayın! Sıkıntıların çoğu bizim olayları ters anlamamızdan kaynaklanıyor. Olaylara bakış açımızı değiştirirsek, mutsuz olup sinir olmak yerine boş verip mutlu olmayı neden seçmeyelim? Geçmiş olaylar geçmişte kalmış, veren allah alır da,boş verin. Gelmişiz dünyaya bir kere, onu da mutsuz olup sinir olarak mı kaybedeceksiniz? Zaman geri alamayacağımız şey, zamanınızı kendinizi mutlu ederek geçirin. Kendinizi ,etrafınızdakileri..

Papatya buketi, yeni doğan bebek,hindistan cevizi yağı, menekşe, orkide, temiz bir ev, bahar, güzel bir gün,rengarenk ojeler, temiz içme suyu, türk kahvesi,nazar boncuğu,aydınlık..

Etrafınızdaki size negatif enerji veren eşyaları kaldırın ve etrafınızı pozitif enerji verenlerle doldurun.
Pozitif olun, sonra da o pozitif enerjiyi yayın. Zincirleme yaydığımız enerji birbirimize ulaşsın..

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Makyaj Yapmaya Zorlanmak

Günümüzde artık makyaj yapmayan mı kaldı ?

İnstagramda makyaj videolarını kızlar erkekler her yaştan herkes paylaşıyor. Youtube'da yayınları olan binlerce popüler insan var. Makyajla güzel görüntüye kavuşarak etraftan takdir topluyorlar. İşin kötü yanı bunu hepimiz yapıyoruz !

Liseden itibaren kızlarımız makyaja başlıyor; rimel, maskara, nemlendirici derken, üniversitede gelen serbestlikle profesyonel makyaj becerisini konuşturuyor herkes. Bir kere makyaj yapmaya başlayınca , makyajsız halimiz hastalıklı ve çirkin geliyor gözümüze. Neden hastalıklı ve çirkin görünüyoruz? Çünkü stresliyiz, çünkü büyükşehir stresi, iş stresi, aile stresi, genetik faktörler, depresyon,mutsuzluk..... her şey bir sebep.
Hele büyük şirketlerde çalışan bayanları makyajsız göremezsiniz. Makyaj artık profesyonel bir duruşu da temsil ediyor. Makyaj yapmayan bir bayan bakımsız ve lafı dinlenmez olarak görülebiliyor. Kaale alınmıyor duruşu güzel olmayanlar. Makyaj malzemeleri öyle pazarlanıyor ki,sinema dünyası ortaya çıktığından beri güzel kadınlar makyajlı olarak bizlere sunuldu. Güzel bir kadının güzel çekilmiş rimeli, uzun kirpikleri, kızarmış yanakları, porselen gibi pürüzsüz cildi,dolgun dudakları olmalı ! İnsanlar burnunu,kaşlarını,dudakları modaya göre sürekli değiştiriyor. Evet, ince burun dolgun dudak iri göz ,, tanıdık geliyor mu ? Barbie bebekler evet !
Türkan Şoray bile estetik ve makyajla güzelleşmedi mi?
Neden insan içine çıkarken övgü almak için makyajla güzelleşmeye mecbur bırakıldık? Her gün kaç dakikanız makyaj yapmakla geçiyor?
Önyargı bir günde oluşmadı, bir günde de kırılmayacak. Bugün yüzünde izler olan bir insan, önyargılardan kurtulmak için makyaj yapmak zorunda kalıyorsa, bugün makyaj yapmadığında 'hastamısın?' sorusuyla karşılaşıyorsanız, bugün insanlar yüzünüzün arkasındakini göremiyorsa artık..

Önceliğimiz sağlıklı olmaya çalışmak, doğanın bize verdiği nimetlerden yararlanmak ve araştırmak. 

Sonra halimize şükretmek, mutlu olmak, pozitif düşünenler etrafına pozitif enerji yararlar.

Koku romanında güzel kızlardan parfüm yaparak herkesi kendine hayran bırakan karakter, aslında etrafındaki insanların algılarını değiştirmişti.Biz de doğal olarak etrafımızdakilerin algılarını değiştirebiliriz bir şekilde..

13 Mayıs 2016 Cuma

Yeni Ev = Yeni Bebek

'Kızlar kız çocuklarıyla oynasın, erkekler erkek çocuklarıyla' derdi annem. Ve bana sorardı : 'kız kardeşin mi olsun istersin erkek mi?' ' Kız olsun' derdim, ' Kız olsun ki birlikte oyun oynarız' .

Yeni taşındığımız ev, site içerisinde bir apartmanın 3.katıydı. Bu evi yan apartmanlarda akrabalarımızın da oturuyor olması sebebiyle almıştık, hem birikimimiz artık ev sahibi olmaya da yetiyordu. Ne güzel, bu sitede de oyun grubum olacaktı bir çok çocuk vardı, hatta kapı komşumuz da bana senelerce arkadaşlık edecek olarak bir kızdı.  O apartmanın en üst katında , çatıdan gelen bol ışık eşliğinde merdivenlere kilim serer, bebek oynatırdık. Bebeklere kıyafetler diker, bebeklere aileler kurar, her ailenin farklı bir merdivende evi olurdu.
Ben okula başlamadan önce benim kardeşim olacaktı. Anneannem bizdeydi. Bir sabah annem 'dişçiye' gitti. Sonra biz de gittik, boyun kısacıktı o zamanlar, kalabalık arasında bir bacaklar ormanı içinde yürüyordum. Annemler galiba erkek olsun bu sefer istemişlerdi. Hastanede kardeşime bakmak istemiştim.Bebeklerin tutulduğu odaya gitmiştim, bebekler sağlıklıysa neden bebek odalarında tutulurdu ki ? Bize hastaneden hastane çıkış çantası da vermişlerdi, ve akşam karanlığında eve gittik. Apartmanda komşulardan bazıları bizi gördüler tebrik ettiler. Annem böyle olayların gizli saklı kalmasını ister, uluorta konuşmalarından rahatsızlık duyardı.
Kardeşim tam 19 yıl önce bugün doğmuştu. Onu bu akşam evimize getirmiştik. Onu incelemiş, neresi kime benziyor diye uzun uzun konuşmuştuk. Benim kıskançlığım olmamıştır kardeşime dair, ancak onu yeteri kadar kollamayıp üzdüğüm için pişmanlık duyarım. Rüyalarımda kardeşimi kaybettiğimi görüp ağladığım çoktur. Kardeşim bıcır bıcır hareketli, bembeyaz ve kıvırcık saçlı bir kızdı. Çok erken konuşmaya ve yürümeye başlamıştı. Her şeyi benden öğreniyordu.İlk defa derste dua öğreneceğimiz zaman, evde ezber yaparken benimle beraber ezberlemişti. Sınıfta bize söylenmesi zor kelimeleri öğretir ve yazdırmaya çalışırlardı. Kardeşim televizyonda duyduğu değişik kelimeleri cümle içinde kurar olmuştu. Minibüslerde otobüsler kucağımızda oturmaz, camdan dışarı seyreder, seyrederken herkesin duyacağı şekilde şarkı söylerdi.
Benim canım kardeşim ne zaman büyüdü de ilk defa kaşlarını aldırdı? Ne zaman büyüdü de boyu beni geçti ? Şimdi üniversite okuyor ve oldukça başarılı, canımdan öte biricik kardeşim.
Bana hem arkadaşlık etti, hem evlenene kadar benimle aynı odayı paylaştı. Küçükken ısrarla benimle birlikte yatıp uyumak ister, ben de tersleyip 'git kendi yatağında yat!' derdim. Sarılmayı çok sever, sevgisini göstermekten asla çekinmezdi. Durmaksızın konuşur birşeyler anlatırdı. Sürekli peşimde gezerdi, Çok konuşması ve beni rahat bırakmaması sebebiyle onu dışlardım. Ama ben de küçüktüm. Küçükken her kardeş gibi çok kavgalar ettik, yeri geldi onu ayaklarından tutup yere düşürdüm, yeri geldi karate yaptık, yeri geldi yataklarımızdan birbirimize top oyunu oynadık. Geceleri birlikte Harry Potter kaç kere izledik.
Kardeşim doğduktan bir süre sonra annem çalışmaya başladı ve anneannemle dedem bize geldiler. 3 sene bizimle birlikte yaşadılar, dedem üst mahalledeki okula tayinini aldırmıştı. Anneannem kardeşime bakardı. Akrabalarımız da anneannemin kardeşleri olduğundan onlar da sıkılmadılar bizde.
Evimizde acı tatlı çok anımız var, küçükken halden haberimiz yokken her şey daha olağanüstüydü. Her şey daha güzeldi, hayallerimiz daha masum, insanlara davranışlarımız melek gibiydi. O zamanlar daha çok sosyaldik. Şimdi internetin kölesi olduk.
Velhasıl kelam, Allahım sen herkese hayırlı bir kardeş veya arkadaş nasip et. Olmazsa hayırlı eş nasip et. İnsan yanında yoldaşı olmadan bu hayatı nasıl geçirir ki ..

12 Mayıs 2016 Perşembe

Çocukluğum

Bebekliğim ve çocukluğumda annem baktı bana hep.Esmer ve perçemli hafif tombik bir kızdım, kısmen usluydum. Babaannem bulgaristanda, anneannem izmirdeydi. Babam da Rusça bilmesi ve çok sosyal olması sayesinde lalelide kürk satıyordu. Kiralık bir evde yaşıyorduk , bir apartmanın zemin katıydı , bahçemiz  vardı. Evimizin  girişi salon, soldaki oda yatak odası,sağ   daki mutfak, bir de küçük banyomuz vardı. Ben salonda yatardım, bahçemizdeki leğende yıkardı annem beni, sonra mahalle çocuklarıyla koşturmaya giderdim. Kalabalık  bir gruptuk, her çeşit insan vardı, ilk bisikletimi çalmışlardı, ikinci bisikletimi görmeye mahalleden çok arkadaşım gelmişti.
İlk büyük buzdolabımımızı kiradayken almıştık, buzdolabının karton kutusunu çok sevmiş, labirent misali içerisinde ne kadar oynamıştım.
Mahallemizde kediler hiç eksik olmazdı, her zamanda evde kedi beslemek istemiştim. Bir keresinde bir anne kedi ağzında yavrusuyla evimize girip çıkmıştı, her şeyi görerek öğreniyordum. Pazardan aldığımız civcivim kutusunda ölmüş, annem de bahçenin dışına fırlatıp atmıştı. Bir keresinde babam iş arkadaşının yavru köpeğini eve getirmişti. Onunla oynadığımı bile hatırlamıyorum, biz salonda yemek yerken yavru köpeğimiz karton kutusu içinde mutfakta bizden ayrı duruyor, bizimle olmak için ağlıyor,kutusunu tırmalıyordu.
Bahçemizde büyük ortanca çiçekleri vardı, annem o zamanlar da çiçek sever ve bakardı.Hortumla bahçeyi sularken ben de kendi kendime oyun oynardım.
Bazem öğretmen dedem ve anneannem bize gelirlerdi. Dedem her geldiklerinde bana tekerlemeler öğretir, sorular sorardı. Bir gün annemle anneannem gezmeye gittiler, ben de birkaç ev yanımızdaki konfeksiyona gittim. Burası aslında komşumuzun bir katını dikiş makineleriyle iş yerine çevirdiği odaydı. Beni severlerdi,hiç yaşıtım olmamasına rağmen onlarla bir süre durdum. Bir beze makineyle çiçek motifi işliyordu, çok güzeldi. Uzun süre orada olduğu farkedince artık eve gitmek istedim. Eve gittiğimde kapıyı açan kimse yoktu, dedem evde değildi. Yan komşumuzla aramızda belki alçak bir duvar vardı,köpekleri vardı. Bağlımıydı hatırlamıyorum ama havlamaya başlayınca çok korkmuştum. Kapımızın demirlerine tırmanmıştım, acaba köpek duvarı atlayıp gelmişmiydi? Bir süre sonra dedem geldi, kaybolduğumu sanıp ta aşağılarda anayolda aramış beni, bir tokatını yemiştim :)
Gerçekten ilk defa kabolduğumda 3 yaşlarındaymışım. Annem tuhafiyeye gitmişti , beni üst komşuya bırakmıştı. Komşumuzun bir kızı ve ikiz oğulları vardı. Çok sıkılmıştım, dura dura sararmış elmayı ikram etmişti bana teyze, gidicem artık demiştim ve teyze de beni salmıştı. O kalabalık arasında tuhafiye yolunu her nasılsa buluşum , yolda annem benimle karşılaşınca çok şaşırmış, hala beni kayboldum diye anlatır :)
İkinci kaybolduğumda 6 yaşlarındaydım sanırım, kardeşim varmıydı o zamanlar hiç hatırlamıyorum. İzmirdeydik kurban kesiliyordu boş bir alanda, güneş başımı kavuruyor, eve gitmek istiyordum. Nitekim ben oradan ayrılıp yolumu bulamayınca bir amca beni karakola götürdü. Orada polis memuru bana ev adresimizi, annemi babamı, şimdi izmirde kaldığımız yeri tarif etmemi istedi, hatırladığım kadarı ile ettim. Sonra daha genç bir polis beni sırtına bindirdi, bakkaldan abur cubur aldı :) Yolda anneannemleri beni ararken gördük, meğer çok korkutmuşum onları :)
Bir keresinde tam annemle dışarı gezmeye gidecekken parmağım kapıya sıkışmış kanamıştı, Mahallenin dik merdiveninin tepesinde arkadaşımla oturmuş, yarama bakıyorum. O merdivenlerden sonrası bir yol  ve bakkallar vardı. Annem beni bakkala ekmek almaya gönderirdi. Bakkalcı da beni kazıklar, para üstü yerine sakızlar verirdi. Ben de sakızları çocuklara dağıtırdım. Çok yaramaz olup herkesi döven erkek çocuğa da veririm , bana iyi davransın diye belki :D Ama bütün parasıyla sakız aldığımı gören annemi çıldırtmıştım sonunda .. :) yine bir gün ekmek almaya diğer bakkala gitmiştim. Tam çıkacakken yolda o döven çocuğu görmüş ve korkudan bakkaldan çıkamamıştım. Ben eve gitmeyince annem merdivenlerin başından beni haykırarak çağırmıştı.  Sokaklarda kendimi korumayı öğrenmem gerekirdi,çocuk aklımla öğrenemedim bir türlü.
Mahallemizde akli dengesi bozuk benden baya büyük bir kız vardı. Onunla ne konuştum ne oyun oynadım. Komşulardan birinin minibüsüyle aşağıdaki anayolun diğer tarafındaki parka piknik yapmaya gidecektik. Haliç kenarı boyunca parktır ve halen insanlar oralarda piknik yaparlar. Minibüste o kız da vardı. Acaba korkuyormuydum ?
Yeni bir eve taşınacağımızı öğrenmiştim. Sallanan atımı apartmandaki arkadaşlarımdan birine verecektim. Yeni evimizde halen kiracılar vardı, Şimdi bizim salon yaptığımız o  evin en geniş odasını kızlarına vermişler, küçük odayı salon yapmışlardı. Oda basık ve boğucuydu. Onlar evden çıktıktan sonra evi bir akrabamıza boyatmaya başladık. Yine başka bir akrabamızın kamyonu ile eşyaları yeni evimize yerleştirdik. Yeni evimize giderken kamyonun ön kısmında babamın kucağındaydım, hayalimde sevmediğim o çocuğu kovalıyorduk kamyonla.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Hayat ve Önyargı

Herkese merhaba !

Bu benim ikinci blog denemem olacak , öncelikle sizlere kendimi tanıtmak istiyorum: Önyargılı olanlar için ben bir ikizler burcu, bir göçmen kızı, bir mühendis, yarı İstanbullu yarı Bursalı olma yoluna girmiş yeni evli bir bayanım. Önyargısız olanlar içinse her insanın karakteri farklıdır, seçtiğim kelimeler beni anlatır.

Evet ben de önyargılıyım :) Çoğumuz toplumsal değerlerimizi ve doğru olanın ne olduğunu biliyoruz ama uygulayamıyoruz. Uygulamaya çalışıyoruz.

Gülümsemenin önemini biliyoruz ama sokakta yürürken, toplu taşıma araçlarında vs. gülümsüyormuyuz ? En azında çatık kaşlarımızı açalım; endişeli, karşısındakine düşmanmış gibi bakan, aşağılayan bakışlar, karşımızdakileri de etkiliyor. Biz hangi ifadeyle bakarsak onlar da ona göre tepki veriyorlar.

Sürekli kendimize dert edinmekten, eksiklik bulmaktan, daha fazlasını istemekten, mutlu olamamaktan, şükretmemekten kurtulmalıyız. Gelmişiz dünyaya bir kere, göçüp gittikten sonra adımızın iyi anılmasını isteriz değil mi?

Her türlü şeyle sınanıyoruz. Kimimiz terörizimle,kimimiz hastalıkla, kötü insanlarla,kötü olaylarla karşılaşarak, haksızlıkla,parasal durumla,dolandırılmakla,istediğine kavuşamamakla, en yakınımızın bizden üstün olduğunu sanısıyla,, bu liste uzar gider. Her türlü şeyle sınanıyoruz, peki bu durumla başa çıkıyormuyuz? Çoğu zaman çıkamıyoruz: günümüzün hastalığı psikolojik hastalık. Kendi düşüncelerimiz bizi hasta ediyor.

Her bizimiz çok özel bireyleriz ve içimizde keşfedilmeyi bekleyen nice cevherler var. Başkalarının başarısını kıskanıp, aynı şekilde olmaya çalışarak mutlu olmayı beklememeliyiz,